10 Kasım 2009 Salı

Cemil MERİÇ

Sunan: Yakup ÇÖPOĞLU

15-12-2008 tarihinde TİRE Derekahve fikir otağında yapılan konuşmayı bu hafta Yakup ÇÖPOĞLU yapmıştır. Slayt ile konuşmalarını süslemiştir.

Cemil Meriç’ten alıntılar ile konuşma devam etmiştir. Aşağıda belirtilen hususlar üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır:

Sağcı da değil solcu da. Cemil Meriç Araf’ ta bir entelektüel olarak yaşadı. Onu belli bir kategoriye sokmaya çalışamayız, ancak onun engin düşüncesinden istifade edebiliriz. Kutuplaşmaların ve diyalogsuzluğun son haddine vardığı bir dönemde, hiçbir kalıba girmeyi kabul etmeyerek bir gün anlaşılacağını umduğu geleceğe mektuplar yazdı. Bizde bugün burada Cemil Meriç konusunu işleyerek anlatmaya çalışacağız.

Hayatını söyle dile getirir: “Ben Marksist’ im diye haykırdığım zaman bir işçinin elini sıkmış değildim.” Diyen Cemil Meriç, düşünce gelişimini devrelere ayırır: 1917-1925 koyu Müslüman devrim, 25-36 şöven milliyetçilik, 36-38 sosyalistlik, 36-60 araf diyebileceğim kuluçka devrim, 60-64 Hind devrim, 64’ ten sonra sadece Osmanlıyım.

Bugün "Cemil Meriç" dendiğinde akla gelen, 70'li, 80'li yılların Meriç'idir; Hatay’ın etnik mozayiği içinde büyümüş olması onun yalnızlığını ve kaçışını açıklamaktadır. Çocukluğu Ermeni, Azeri, Süryani, Arap, Nüsayri, Sünni, Alevi, Rum, Türkmen pek çok milletten insanın bir araya geldiği Hatay’ın farklı zenginliklere açılan atmosferinde geçmiştir. Bu nedenle belki, “ya hep, ya hiç” vardır onun dünyasında. Hatay’ın çalkantılı tarihsel süreci, Meriç’in kişiliğinde de yansımalarını bulmuştur. Bağımsızlık dönemi mücadelesi onun hayatında önemli etkiler bırakmıştır.

Cemil Meriç’in hayatı bir trajedidir kendisine göre: “…birinci perde evleninceye kadar geçen zaman, vıcık vıcık ıstırap. Birkaç şehri fethe yeten bir enerji yel değirmenlerine saldırmakla harcanır. İkinci perde izdivaçla başlar. Daha büyük daha derin, daha uzun acılar. Fakat vahaları olan bir çöl bu ve göğü yıldızlarla dolu: çocuklarım, kitaplarım…”(Bu Ülke, s.39). Hayatının bir bölümünü öğretmen olarak geçirmiştir. Öğretmenlik yaptığı Elazığ’dan ayrılmış, istifa ederek İstanbul’a dönmüştür. Hayatı boyunca mutlak adaletin ve gerçeğin peşinde bir arayışın içinde olmuştur. Karanlığa bürünen dünyasını aydınlatan hayalle gerçek arası, ‘kitaplardan daha derin’ bir aşkın gölgesinde hayatını devam ettirmiştir. Cemil Meriç’in hayatında bazen sessizliğin bazen de ıstıraplı haykırışların eşlik ettiği düşünceye adanmış bir ömrün izleri sürülür.

Ömrünü düşünceye, okumaya adamış, her fırsatta kendisini sağda ya da solda sınıflandırmalara karşı tepkisini dile getirmiştir; “…sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı solcu ne demek?” (Tercüman, 20.9.1984).

İnançlar ile ilgili düşüncesi şöyledir: “Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu inançlarını yok etmektir” diyen Cemil Meriç Türk aydınını Batı’dan gelen bu muzır, üsaresiz düşünce sistemini hiçbir tenkit süzgecine tabi tutmadan benimsemekle suçlamış ve kültürümüze yönelik tahribatın 18. asır sonlarında başladığını söylemiştir. Hüviyetini ve irfanıyla alakasını kaybeden aydın, Batı’nın yeniçerisidir onun gözünde. “Tarihten ve halktan kopmuştur. Fransız ve İngiliz burjuvazisinin içimize soktuğu tahta attır, Truva’nın atıdır” (Sosyoloji Notları, s.284).

Bizim aydınlarımızı şu şekilde değerlendirmiştir: “Türk aydınının kaderi, mahpesinde şarkılar söylemek”tir diyen Meriç, düşünmekten ve her düşünceye saygıdan yanadır. Solun kendisini dışlamış olmasına içerlemiştir. Sağcı yayınlarda çalıştığına dair suçlamalara, “Bu yolu ben seçmedim, solun kadirşinassız davranışı beni ister istemez gericilerin kucağına değil, yanına itti. Bu yakınlığın fikri iffetim için bir tehlike teşkil etmediğini kitaplarımı okuyunca anlamak mümkün” diye yanıt vermiştir Jurnal’de. Sağın okumamasını eleştirirken, solun da diyalogtan kaçtığını, kendisine küskün olduğunu söylemiştir …. Marksizm de temel ilgi alanlarından biri olmuştur. Günümüz entelektüelinin bir türlü başaramadığı bir özelliğe sahiptir o; profesyonellikten uzak durmak! Gündemle ilgilenmeyen Meriç’in ilgi alanları geniştir.

Aydın, bir zümrenin emir kulu değildir; devrin şuuru olmak zorundadır aydın. Bütün hakikatleri yoklayan, bütün yalanların maskesini yırtan, kalabalığa doğruyu gösteren. Düşüncelere saygılı, tarafsız. Aydına ülkesinin bütünlüğünü müdafaa etme ve hakikati araştırma işlevi yüklemiştir. Çok okuyan, dürüst, inandığını korkusuzca savunan niteliklere sahiptir. “Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak, elini, kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir” (Mağaradakiler, s.295).


Meriç, 1960’lı yıllarda her ne kadar onu sağda ya da solda sınıflandıranlara karşı çıksa da solu eleştirirken, sağa yakın durmuştur.

Anlaşılamamaktan yakınmış, dinlenilmediği için kütüphanesine kaçmıştır. “Kaçıyorsun, erkekçe çalışmaktan, yenilmekten, dövüşmekten kaçıyorsun. Boş bulduğu ilk kulübeye sığınan bir köpek gibi her kulübeden, mantığın haşin eli boğazına sarılıp, kaçmaya zorluyor seni” diyecek kadar da cesurane bir kaçıştır bu. O ışık aramış, aydınlanmak ve aydınlatmak istemiştir. Politikanın kurtarıcılığına inanmamış, Lenin’den çok Gandi’ye yakın hissetmiştir. Kavgadan kaçarken aslında kör dövüşünden kaçmıştır.

Son sözleri

13 Haziran 1987’ de vefat den Meriç’ in son sözleri, “Allah Allah Allah, Muhammed sevgilim” dir.

''Allah'ın kalp gözünü açmak için gerçek gözlerini aldığı insan'' diyor. 
Necip Fazıl KISAKÜREK.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder